Daha seni seviyorum demeyi bilmezken, anlamazken bir erkeğin koynuna girip sevişmeye çalışan kadınlarız bizler…
Sevginin sadece anne ve babayla sınırlandığını; sevgilim diyenlere kızan kadınlarız bizler…
Daha on beşinde adet görmenin ne demek olduğunu, hormonların yeni yeni uyanmaya başlamasını görmezden gelip çocuk doğuran kadınlarız bizler…
Ve daha doğmadan güneş umut ışığıyla besleyip yavrularımızı birbirimize sarılarak yaşamdan vazgeçmeyen kadınlarız bizler…
Okuma yazma bilmeyen ana- babalarımızın; güzel bir gelecek sağlamak umuduyla tutsak şehirlere gönderdiği ve hasretlerin birbirine karıştığı obalarımızdan kopartılan kadınlarız bizler…
Henüz ateş yakmayı beceremezken ekmek yapmaya çalışan kadınlarız bizler.
Öğrenci göçüyle başlayan yolculuklarımızdan kalan yalnızlıklarımızın hiçbir başarıyla giderilmediği, hiçbir sevgiyle de bitirilemediği kadınlarız bizler.
Yani sevgi öylesine güçlü ve derin bir duygu ki, ilk gördüğü kişiye “seni çok seviyorum” diye seslenen bir çocuk tanıdınız mı hiç?
Ben tanıdım, ne Beş yaşında, ne On, ne de On Beş yaşında…
Yirmi Yedi yaşında… Yani Otizm hastası bir çocuk ama ben onun saf, temiz, kirlenmemiş, kirletilmemiş ve örselenmemiş sıcacık hissettiren sevgisiyle tanışınca utandım… Yeniden sorguladım tüm sevdiklerimi…
Ne güzel değil mi yaşı, cinsiyeti ne olursa olsun kadına insan olduğunu, sevginin kutsallığını hatırlatıyor. Yirmi yedi yaşında bir çocuk.
Hele annesi! Belki o bile kadın olmakla insan olmanın aynı şeyler olduğunu ondan öğrenmiştir.
Ve “Kadındım” adlı şiiriyle öyle güzel anlatıyor ki Serdar’ın annesi Hülya Önder, tüm kadınlarımızın yaşadıklarını yüreğinden akıtarak dizelerine;
Sahi neydim ben?
Kadındım…
Olmazsam olmazdınız.
Olsam da / Tam olmadınız. Ben sevgiyle yaşatandım.
Düşünebilseniz / Bu kadar korkmazdınız. Ama siz bana roller yazdınız.
‘Kader’ dediniz. / Felek arsız…
Yeri gelip adıma destan yazıp
İşinize gelmeyince / Çiğnediniz, ezdiniz.
Siz, göğsümüzden süt emdiniz;
Büyüyünce doğradınız / Kestiniz…
‘Kutsal’ deyip / Cennetleri serdiniz;
Lanet edip ateşlere sürdünüz.
Gün oldu taptınız / Ertesi gün yaktınız.
Sahi neydi sizin bize kastınız?
Candım ben, / Yaşam döngüsünde bir nefer…
Ne Kutsalım; / Ne lanetli!
Etten kemikten, senin gibi / Bir beşer.
Seçmedim ben/ Ne cinsimi, ne cismimi;
Ne ırkımı, ne soyumu ne de boyumu…
Bir sahne var; / Ben yazmadım, / Ne oyunu ne de rolümü…
Evet, dostlar en azından toplumda sorun olanların hastalar ve kadınlar değil onlara saygısızlık yapanların olduğunu hepimiz biliriz. Hülya Önder’in emeğine, yüreğine saygım sonsuz. Sevgim de sonsuz olsun istedim tıpkı Serdar’ın sevgisi gibi. Emeğim olmasa da o karşılıksız sevmelerine, yanağıma dokunuşlarına karşılık olmaz ama bende ona biran da olsa dokunmak istedim.
Belki onun kadar derin bir sevgiyle bağlanamam ama bende sevgimi böyle göstermek istedim.
Sevginin canlılığını, sevginin büyüklüğünü uzun uzun anlatmak yerine bir otizmli çocuğun yürekten gelen sesine kulak verip yaşama bir not, bana da bir ders niteliği olsun, sizlerin de bunu bilmesini istedim.
Hasta dediğimiz insanlardan çok şey öğrendiğimi bu öğretinin de yüreklerde yaşadığını; sevgiyi almak isteyenlere, tüm dostlarıma etrafımızdaki insanlardan alabilmeyi ve verebilmeyi istedim.
Sevgiyle beslenen, şefkatle sarılan o kocaman yüreği, o güzel yürekli kadını kutlamak bir ödül vermek istedim. Kutluyorum güzel yürekli kadını, başarısına hayran olduğum sonsuz sevgimle selamlıyorum.
Canından can verenlerde dahil tüm çocuklara düşlerinizin gülümsemesi dileğimi gönderirken sevgiyle, şefkatle sarılıyor ve selamlıyorum hepinizi.
Yüreğime işlenen “seni çok seviyorum” sözüne karşılık olmasa da, içimizdeki yaşam sevincinin coşkusunu, neşesini o güzel yüreğiyle paylaşan Serdar!
Seni seviyorum güzel yürekli çocuk…
Bugün umut ışığıyla, sevgiyle selamlıyorum tüm dostları…