DÜNDE, BUGÜNDE, YARINLARDA VAR OLMAK…
Bir öğretmenim ben, öyle ya geleceğin mimarı, eğitimin temel taşıyım. Minicik yüreklerin modeli, idolü; annesi, babasıyım.
Anne babadan sonra çocukların dününde, bugününde, yarınlarında en büyük izlerin sahibiyim. Tüm bu anlattıklarım hasebiyle çok önemli görevim, bir o kadar da ağır omuzlarımdaki yüklerim. Bir toplumun geleceğini şekillendiriyorum, ülkenin geleceğine yön veriyorum kolay mı? Farkındayım tüm bu sorumluluklarımın. Hakkını vere vere yüreğimde, en derinlerde hissede hissede sevgiyle, emekle öğretmen olmanın derdindeyim ve çabasındayım…
Her gün onlarca göze dokunuyordu gözlerim, onlarca yüreğin sesini hissediyordu yüreğim… Acaba onlarca yüreğin arasından kaç cana dokunabiliyordum? Cana dokunmak; bir yüreğin çırpınışlarını, gözlerindeki hüznü ve parıltıyı göremeden, omuzlarında taşıdıklarının varlığını/ağırlığını anlayamadan olur muydu? Mümkün değildi elbet. Önce hissedecektim ki hissedilebileyim. Önce sevecektim ki sevilebileyim. Sevgi… Sevgi değil miydi zaten hepimizi ayakta tutan, harekete geçiren? Zaten şu hayatta yaptığımız veya yapmadığımız her şey ama her şey, ya sevdiğimizden-sevildiğimizden ya da sevmek- sevilmek istediğimizden değil miydi aslında?
Birey olmak için, kendi değerimizi görebilmek için, var olmak için, yaşama anlam vermek içindi zaten sevme-sevilme içgüdüsünün başlangıç noktası. Öyleyse minicik yüreklere de ancak gerçek sevgi ulaştırabilirdi bizi. Önce kendimizi sevmekle başlayan, sonra ailemizi, mesleğimizi, mesleğimizi icra etme nedenlerimizi (öğrencilerimizi) sevmekle devam eden bir varoluş döngüsü.
Öğretmen olmak öyle de kolay değildi hani.Sevgi gerekiyordu, sevmeyi bilmek gerekiyordu. Karşımızdaki her çocuğu tıpkı bizim çocuğumuz gibi görerek, sevip sarmalamak gerekiyordu. Hani sırf bir meslek edinip de para karşılığı yapılacak işlerden hiç değildi. Emek isteyen, fedakârlık gerektiren, özveriyle yapılacak bir işti bu. Hele ki sevmeyi bilmeyenler şöyle bir uzak durmalıydı bu meslekten. Kolay mı öyle bir canı emanet almak? Kolay mı öyle toplumun şekillendiricisi geleceğin mimarı olmak? Yok, yok hiç kolay değil bu iş, sevmeyenlerin yeri yok bu meslekte. Omuzlarındaki yükün farkında olmayanların işi yok o minicik yüreklerin yamacında.
Dediğimiz gibi öğretmen olmak, bir cana dokunmak zor vesselam.
Mesleğe başladığımız ilk günden başlayan ve son nefesimize kadar süren uzun bir yolculuk bu aslında. İşimiz eğitim malum ama sadece okulda dört duvar arasında değil ya çevremizde kim varsa, ne varsa hepsi için davranışlarımızla dahi eğitime devam ederiz. Hayatımız boyunca öğretmen olmanın verdiği sorumluluğu hissederek yaşarız. Nefes aldığımız sürece ülke için, vatan için, geleceğin sağlam temellere inşası için kendimizi ve bilgilerimizi sürekli güncelleyip kendimizi yenileyerek devam eder öğretmenliğimiz. Kendini yenileyemeyen başkalarına ne versin yoksa öyle değil mi? Her şeyin çok hızlı gelişip değiştiği günümüzde bilgileri taze tutmak önemli ve elzem bir iş. İlk günkü şevkle devam eden öğretmenliğimiz boyunca; kâh çocukları, kâh ebeveynlerini, dinleriz, anlarız ve hayatlarına dokunuruz. Ebeveynine dokunmadan, yaşam örüntüsünü anlamadan nasıl minik yüreklere dokunacaktık ki.
Dedik ya bizim işimiz gönül işi, emek işi, geleceği şekillendirme işi… Kutsallığı da buradan değil midir zaten? Kim bilir kaç yürekte taht kurarız ömrümüzün sonuna kadar? Ya da kaç yaşamı dönüştürürüz? Kaç nesli donanımlı bir şekilde yetiştiririz de, başarılarını görünce ülkenin geleceğinde yer almanın gururuyla kabarır göğüslerimiz. Ömrümüz boyunca kim bilir nice sayısız başarılara, yükselişlere tanıklık edeceğiz ne mutlu bize.
Öğretmen olmak evlatlarımızı; bazen hayatın tehlikeli ve derin sularından çekip çıkarmak, bazen de uçurumun kenarında el verip yeniden yaşama döndürmektir.
Bazen yüreği sevgisizlikten, ilgisizlikten nasır tutmuş küçücük yavrucakların kalbine, mağaralarda ki deliklerden içeri sızan gün ışığı misali süzülebilmektir. Bazen de el değmemiş saçlarının üzerinde nazikçe, şefkatle ellerinizi gezdirebilmektir. Hep hor görülmüş, dışlanmış bir ruha, sımsıcak yuva yapmaktır yüreğinizin en derinlerinde… Bazen de çaresizlikten neyi nasıl yapacağını bilemeyen bir anneye, babaya, rehberlik yapabilmektir ya da çocukla ebeveyn arasında gönül köprüleri inşa edebilmektir. Aynı yöne bakan ama aynı şeyleri göremeyen kuşakların arasında ortak noktayı gösterebilmektir bazen de.
Öğretmen olmak dünyanın en zor, en anlamlı, en değerli ve en güzel mesleğidir sözün özü.
Yazımı çok değerli Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan’ın birlikte yazdığı “ÖĞRETMEN OLMAK, Bir Can’a Dokunmak” kitabında Doğan Cüceloğlu’nun kendisinin çevirisini yaparak paylaştığı şiirle bitirirken; bugüne kadar eğitim uğruna canını feda etmiş bütün öğretmenlerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.
Halen görevi başında ülkemin geleceğini inşa eden tüm meslektaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum.
BEN SADECE BİR ÖĞRETMENİM!
Sadece elini değil, onun geleceğini tutuyorsun
Yalnız aklına öğretmiyorsun, kalbine de dokunuyorsun
Sadece gözlerinin yaşlarını silmiyorsun, içindeki ruhu da besliyorsun
Onların ne olacağında senin payın çok büyük
Onlarla bir dakika geçirmiyorsun, ömür boyu sürecek bir anı oluşturuyorsun
Sen gittikten sonra onlarda yaşayacaksın
Ne muhteşem bir gücün olduğunu aklın hiç bilemeyecek
Bu dünyada etkin hiç bitmeden sürecek, sürecek, sürecek
“Ben sadece bir öğretmenim” demek mümkün değil,
Sen sözlerin anlatamayacağı kadar büyüksün
Öğrencinin sana bakışından kim olduğunu,
Öğrencinin sana gülümseyişinden ne ifade ettiğini anla
Sadece elini değil, onun geleceğini tutuyorsun
Yalnız aklına öğretmiyorsun, kalbine de dokunuyorsun
Sadece gözlerinin yaşlarını silmiyorsun, içindeki ruhu da besliyorsun
Onların ne olacağında senin payın çok büyük