FLAŞ HABER:
Ana Sayfa Gündem 25 Ağustos 2020 597 Görüntüleme

MUT’TA ARİF SAĞ İLE SÖYLEŞİ

Mut ilçesinde 8 yıl aradan sonra yeniden düzenlenen 13. Karacaoğlan ve Kaysı Festivalinde Halk Müziğine olduğu kadar, halk bilimine büyük katkıları olan; halk müziğinin yüksek eğitim kurumlarımızda yaygınlaşmasını sağlayan Arif Sağ ile Aspıt’ta Kayısı bahçesinde bir söyleşi yaptık.

Halk Bilimi yıllardır ihmalden sonra Üniversite ve basında yerini almaya başladı. Bu konuda görüşlerinizi öğrenmek istiyoruz.

“İki yıldır başlattığımız bir mücadele vardı. Bu mücadele; halk müziği ve halk oyunu neden yerini almasındı? Türk halkının müziği, oyunu, basında, eğitim alanında neden öksüz bir çocuk olarak kalsındı. Boğaziçi Üniversitesi, Anadolu, Hacettepe, Orta Doğu Teknik Üniversitesi halk bilimi konusunda bölümler açtılar. Orada başlayan eğitim; o genç dinamik, art niyetsiz çalışan halk bilimi sevenlere çığır açtı. Önünde bu eğitimi gören gençlik, birden bire sarıldı bağlamaya ve halkının müziğini yaydı. Milliyet gazetesi liseler arası müzik ve halk oyunları yarışması düzenliyor. Onları incelersek; 1981 yılında 84 hafif müziği, 3 halk müziği dalında yarışmacı görüyoruz. Bir yıl sonra durum tersine dönüyor. 79 halk müziği yanında, 2 batı müziği dalında yarışmacı ortaya çıkıyor, bu olaylar bizi sevindirdi. Bunu izleyen kesimler, yeni bir müzik, yeni bir oyunla yoğrulmaya başladı.”

Halk oyunları gruplarının çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?

“Üniversiteler, dernekler halk bilimi konusunda çok uğraş veriyorlar. Hiçbir çıkar düşünmeden, halk bilimi sevdası ile tutuşan gençlerimiz topluluklar kurarak, ellerinden geldikçe uğraş veriyorlar. Öte yandan Kültür ve Turizm Bakanlığı Halk Dansları topluluğu da; halk oyunlarını yozlaştırarak bilinmez hale sokup, yurt içinde – yurt dışında gösterilere katılıyorlar. Bu büyük bir yanılgı. Halk bilimine de büyük bir darbe olmaktadır. Yerel halk oyunları grupları da, bu halk dansları grubunu taklit etmeye başlamışlardır. Bunlardan örnek olarak KOREOGRAFİ adı altında oyunların biçim, içeriği tamamen değiştirilerek verilmektedir. Bir çifte telli adı altında, arap danslarının bir taklidi, oryantal dans türü ortaya çıkmaktadır.”

Bu konuya çözüm yolu için ne önerirsiniz?

“Üniversitelerde halk bilimi bölümlerimizin yaygınlaştırılması, bu bölümlerde öğretim görevlisi, öğrencisi ile bilimsel olarak yapılacak derlemeler sonucunda; halk oyunlarımız öğretilmeli ve bu oyunlar sergilenmelidir. Doğu Anadolu yöresinin halk bilimini Atatürk Üniversitesi, Güney Doğu Anadolu’nun Diyarbakır Üniversitesi, Çukurova’nın, Toroslar’ın ise Çukurova Üniversitesi, İç Anadolu’nun / Anadolu Üniversitesi gibi diğer bölgeleri de; o bölgedeki üniversitelerde kurulacak halk bilimi araştırmacılarımca derlenip, yaygınlaştırılmasını öneriyorum. Bunun içinde zaman geçmektedir. Yalnız bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Derlenen materyaller hemen kullanılmalıdır. Çünkü halk kültürü sürekli değişim göstermektedir. Örneğin 1940 yıllarında derlenen halk türkülerini bu gün TRT de yorumladığımız zaman; o yörenin kişilerince eleştiriye uğramaktayız. Onun için bu araştırmaların sürekli yapılması düşüncesindeyim.”

Halk Bilimi konusunda Türk Folklor Kurumu, Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırmaları Dairesinin çalışmaların yeterli buluyor musunuz?

“Şu ana kadar Folklor Kurumunun çalışmalarını ben görmedim. Daha doğrusu bana yansıyan çalışması olmadı. Ne yaptıklarını bilmiyorum. Folklor Araştırmaları dairesinin çalışmalarını da izlediğim kadarı ile verimli değildir. Orada halk bilimi araştırmasını bilimsel olarak yapacak eleman olduğu kanısında değilim. Elinde bulunan eleman sayısı buna elvermez. Memur zihniyeti (git gel Konya 6 saat) ile bu iş olmaz. Folklor Araştırmaları Dairesi kabuğundan çıkarak, Üniversitelerde kurulan, kurulacak olan halk bilimi bölümleri ile müşterek çalışmaya girer, onlara destek olursa, en büyük katkıda bulunmuş olacaklardır.”

Okullardaki müzik eğitimini nasıl buluyorsunuz?

“Okullarımızda öğrencilere batının müzik kalıpları öğretilmektedir. Bunda başarılı olmadan öteye; öğrenciyi bocalama evresine sokmaktadır. Öğrenci okula gidinceye kadar; anasının ağıdı, türküsü ile büyümektedir. Anadolu’da genellikle ana bir çocuğa bakarken ikinciye gebe kalır. Onu beşiğinde sallarken, karnındaki bebek de sallanır. Çocuk, ağıdı anasının karnında duymaya başlar. Sonra ninniler, ezgiye dönüşür. Çocukta güzelim duygular gelişir. Sonra okula başlar. Eline bir mandolin tutuştururlar. Birden batının şarkıları ile karşılaşır. Anasından duyduğu ağıda, ezgiye hiç benzemez. Onları öğrenemez. Eski öğrendiğini de unutur. İşte o zaman öğrenci kendini arabesk- aranjman arenasında buluverir. Çocuğa okulda mandolin yerine bağlamayı, blok flüt yerine kavalı verirsek daha başarılı oluruz. Yeni bir kitap yazılmalıdır. Halk ezgilerinden bir derleme yapılarak, çocuklar için küçük ezgiler hazırlanmalıdır. Bu ezgileri öğrenen çocuk, sonra batıdaki klasik müziği de daha iyi kavrayacaktır. Batıdaki bir Beethoven, Mozart’ı, Bach’ı biz inkar etmiyoruz. Ama önce yukarıda belirttiğimiz, kendi müziğimizi de öğretirsek, onları kavratmakta zorlu çekmeyeceğiz.”

Okullarımızda müzik eğitimini gerçekleştiren öğretmenler genellikle Gazi Eğitim Çıkışlı. Bunlar belirli kalıplar içinde göremedikleri halk müziğine karşı çıkıyorlar. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

“Onların gördükleri çok sesli müzik kalıpları ise, halk müziğinde bu sesi göremiyorlarsa, onlar müzik öğretmeni olamazlar. Onlar bağlamayı tanımıyorlar. Bağlamada aynı anda üç sesi verebiliriz. Bunları her zaman örnekliyoruz. Gelsinler, görsünler… bizden kaçmasınlar. Batı müziği doğa sesini inkar eder. Halk müziği doğa sesine dayanır. Kavaldan çıkan, bağlamanın tellerinde inleyen seste, onların istediği ses cümbüşü vardır. Örnek verirsek; piyanodaki sesleri analiz edelim. Bir de bağlamadaki sesleri analiz edelim. En zengin ses doğada bulunur. Doğadaki bütün sesleri bağlamadan çıkarabiliriz. Oysa piyano buna elvermez. O öğretmen arkadaşlara sesleniyorum. ONLAR GERÇEKTEN MÜZİK EĞİTİMİ VERMEK İSTİYORLARSA; ÖĞRENCİNİN ELİNE ÖNCE BAĞLAMAYI VERSİNLER. Sonra piyano, kemanı ve diğerlerini. Önce halk ezgilerini versinler. Sonra Beethoven’ini, Mozart’ın eserlerini versinler. O zaman yanı başlarında, çağdaş bir müzik eğitiminden geçmiş, çağdaş müzik öğretmeni bulacaklardır.”

Türkiye’de ve Dünyada samahlar konusunda bir gelişme var. Bu konuda görüşleriniz, gözlemleriniz nelerdir?

“Samahların son iki yılda çok heveslileri çıktı. Oynuyorlar, dönüyorlar. Birkaç yıl öncesine kadar İstanbul’da bir iki dernek, kuruluş vardı. Şimdi o derneklerden ayrılıp, yeni yeni dernekler meydana getirdiler. Üniversite folklor kulüpleri buna sahip çıktı. Güzel ve sevindirici bir olay. Ama üzücü yanı da var. Şiran, Erzincan, Sivas yöresinin samahları var. Turnalar, Kırklar, Şiran samahının üçünü karıştırıp yeni bir samah oyunu çıkarıyorlar. Öyle ki Turnalar samahı diye oynanan oyunu biz tereddütle izliyoruz. Kırklar samahı, Şiran samahının bölümleri karıştırılmış. Bu bilerek, bilmeyerek yapılıyor. Bu derneklere, amatör çalışanlara önerimiz; bu konuyu aceleye getirmeden, yukarıda belirttiğimiz üniversite halk bilimleri çalışmaları sonucunda yapılması yararlı olur. O zaman baktığımız zaman, bu Şiran, bu Turnalar, bu Kırklar samahı diyebiliriz. O samahı yöresinde oynayan kişilerde görünce içi rahat eder. Yoksa yozlaştırırsak, bir daha derlemeye gittiğimizde kapıları yüzümüze kapanacaktır. Şu anda samahlar konusu kapalı bir kutu halinde duruyor. Nedenlerinden biri de dini oyun olması. Dışa açılımın zor olması. Bütün bunları göz önüne alarak bölgesinde henüz yozlaşmaya uğramamış bu oyunları hemen derleyip, değerlendirmek gerekir. Aynı samah, birkaç bölgede oynanmaktadır. Bunların hepsini derleyip; içinde hepsine benzeyen ortak yönleri olanını öğretmek yararlı olur. Örnek verirsek; Sivas’da, Erzincan’da samahlar birbirlerine çok benzer. Turnalar samahını Sivas da oynar, Çorum da oynar, Erzincan da oynar. Ama ortak bir yön vardır. İşte o ortak yönü bulup, aslını bozmadan, yozlaştırmadan bir tek Turnalar samahı oluşturabiliriz. Yinelemekte yarar gördüğüm konu şu ki; samahlar diğer oyunlara göre bozulmadan bütün otantik yapısı ile bölgelerinde oynanmakta, dönülmektedir. Zaman geçirmeden derlemeye geçmede yarar vardır.”

Not: Bu söyleşi Mut / Aspıt’ta (Kelceköy) Abidin Özay’ın evinde gerçekleşti. Kayısı bayramı sonrası bu evde Arif Sağ, Musa Eroğlu, Belkıs Akkale sabah güneş doğuncaya kadar, bir evin içindekilere çalıp, söylediler. Biz de sandık ki, bize mini konser verdiler. Meğer Muhabbet kasetinin provası imiş. Sonra baktık ki, o günkü çalıp söylenenler, kasette repertuar olarak karşımıza çıktı.

10 Haziran 1983. Gündem Gazetesi – Ankara.

Tema Tasarım | Osgaka.com