“Hakikaten, iki aklımız var: biri düşünen, öteki ise hisseden aklımızdır.”
Daniel Goleman
Düşünen aklımızla ilgili hemen hemen herkes potansiyelinin farkındadır bence. Ama gelin görün ki birçoğumuz hisseden aklımızı yani duygularımızı tanımıyoruz ya da anlamlandıramıyoruz, hatta bazılarımız duygularımızın farkında bile değil.
Hayat her zaman beklediğimiz yerden yapmaz imtihanını. Bazı zamanlarda da beklemediğimiz, hiç hazırlıklı olmadığımız yerlerden gelir, imtihanlarımız. Ani hastalıklar, felaketler, ani kayıplar, beklenmedik bitişler, beklenmedik başarısızlıklar, kesin olur derken aniden olmayan işler… Çoğumuzun hayatında meydana gelen bu beklenmedik ama can sıkıcı gelişmelere hâliyle hepimizin verdiği tepkilerde farklı olacaktır. Çünkü herkesin olaylara yüklediği anlamlar, olaylardan beklentileri ve en önemlisi de duygularını tanıma ve kontrol etme becerileri farklıdır. Aslında bu beceriler insanların hayattaki çizgisi ve duruş biçimidir de.
Hangi olay karşısında ne tür duygular hissettiğini anlayabilmek ve doğru tepkileri verebilmek önemlidir.
Duygusal farkındalık olarak da adlandırılan bu beceriye ne kadar sahipsek, o kadar kendimizin ve çevremizdekilerin duygularının da farkındayızdır.
Kendimizde şöyle bir duygu taraması yaptığımızda aslında bize aitmiş gibi görünen birçok duygunun gerçekten bize ait olmadığını ya da bile isteye o duyguyu yaşamadığımızı görebiliriz. Kimilerinin sadece mış gibi yaparken kimilerinin de çevresine olduğundan farklı görünmek için ya da çevrenin beklentilerine cevap verebilmek adına, çoğunlukla da mutlu, keyifli, başarılı, kendinden emin duruşlu duygusal tepki maskelerini takmış olduklarını gözlemleyebiliriz. Maskenin altına baktığımızda ise; işin özünde pek çok insanın aslında çevresinde olup biten iyi şeylerin farkında dahi değilken olumsuzluk içeren her şeyin farkında olduklarını da görebiliriz. Haliyle sürekli olumsuzlukları farkedenlerin duygusal tepkilerinin negatif yönde olması da kaçınılmazdır. Bu durumun bir döngüsü olarak da gerçekte sürekli her şeyden şikayetlenen,mızmızlanan, mutsuz ve umutsuz, öfkeli bireylerin sayısının da çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bulaşıcı hastalık misali bu olumsuz duygular ebeveynlerden çocuklarına, eşlerden birbirine, arkadaş çevresinde, işyerinde herkesi hızla çemberine alabilecek kadar da etkilidir. O nedenle duygularımızın farkında olmak, özellikle olumlu duygularımızı da görmezden gelmeden farkedebilmek hem bizi hem de çevremizdekileri pozitif yönde etkileyeceğinden çok önemlidir. Böylece duygusal maske takmadan gerçek mutluğu yakalamış oluruz ki buna bir nevi bardağın dolu tarafını da görmeyi bilmek de diyebiliriz.
Varsayalım ki, çocuğumuz elindeki süt bardağını düşürdü ve sütü halıya döktü. O an kimimiz kızarız, kimimiz telaşlanırız, kimimiz üzülürüz. Peki, bu duyguları hissetmemizin sebepleri neler? Sütün dökülmesi mi, halının kirlenmesi mi, çocuğumuzun elindeki bardağı sıkıca tutmaması mı? Çocuğumuzun yanma ihtimaline karşı endişe duymamız mı? İlk etapta herkes çocuğu için endişe duyduğunu ifade edecektir. Ama gerçekten de dışarıya böyle mi yansıttık duygularımızı? Süt döküldü, çocuğumuz iyi ve dedik ki, sen iyisin ya sütün dökülmesi önemli değil. Kimisi de çocuğa kızdı daha dikkatli olsan ya her yeri batırdın diye, kimisi de hiçbir şey söylemeden çocuğu kenara çekti ve kirlenen yerleri temizledi. Hangi ebeveyn çocuğa nasıl bir duygusal tepki gösterdi ise, o çocuk da çevresinde olup bitenlere aynı tepkileri vermeyi öğrenecek. O nedenle çocuklarımıza duygularımızı açıkça ve onun anlayacağı şekilde ifade etmeliyiz. Bu hem içinde bulunduğumuz anı kolaylaştırır, hem de gelecekte çocuğumuzun hayatını kolaylaştırır. Duygusal farkındalığını geliştirir.
Diyelim ki, evimize yeni bir eşya aldık. Çok mutlu olduğumuzu düşünüyoruz. Peki, bizi mutlu eden şey o eşyanın varlığı mı? O eşyayı alım gücüne sahip olmak mı? O eşya ile ilgili çevremizdekilerin vereceğini öngördüğümüz olumlu tepkiler mi? Hadi hep birlikte düşünelim ve duygumuzun kaynağını ve gerçekte bizi bu eşyayı almaya iten duygusal nedenlerimizi farkedelim.
Çok sevdiğiniz birisinin, (eş, arkadaş, sevgili, kardeş, ebeveyn) size yalan söylediğini fark ettiniz. Hangi duyguları hissedersiniz?
Üzüntü, kızgınlık, şaşkınlık, öfke gibi duyguları hissedersiniz muhtemelen. Peki, ama bu duyguya neden olan şey tam olarak nedir; o kişinin yalan söyleme davranışı mı, yoksa bizim söylenen yalana inanmış olmamız mı? Kime kızgınız, yalan söyleyene mi, yalanı anlayamayacak kadar duyguları okuyamayan kendimize mi? Büyük ihtimalle her iki sebep de bizim duygularımızı yöneten ana etmendir. Ama biz daha çok karşı tarafın şahsına yönelik olarak yansıtırız tepkimizi. Çünkü kendimizle ilgili kısmın farkında dahi değilizdir muhtemelen. Hangi duyguyu neden hissediyoruz? Hangi tepkileri hangi duygularımız tetikliyor? Bütün bunların farkında dahi değiliz birçoğumuz.
Duygularımızın farkına varabilmek için; olayı yaşadığımız an, tepki vermeden önce durup, derin bir nefes almak ve kısa süreli bir kendimizi dinlemek etkili bir yöntemdir bu arada.
Kendi duygularımızı ve nedenlerini, tanıdığımızda, başka insanların duygularını ve nedenlerini de daha iyi okuyabiliriz. Çocuklarımızın duygularını ve davranışlarını daha rahat anlayabilir ve çocuklarımızın da duygularının farkında olmalarına daha fazla destek olabiliriz.
İletişimde ben dili dediğimiz bir kavram vardır. Olaylar karşısında karşımızdaki kişiyi suçlamak yerine, o olayın bizde oluşturduğu duyguları anlatmak da diyebiliriz. Örneğin sizi duymazlıktan gelen çocuğunuza öfke ile yaklaşmak yerine bu davranışının sizde oluşturduğu duyguyu anlatmanız hem çocuğunuzun kişiliğini zedelemeden kendinizi ifade etmenize katkı sağlar, hem de çocuğunuzun da duyguları anlaması ve anlamlandırmasına yardımcı olur. Bu da bir tür duygusal farkındalıktır aslında.
Hayatta güçlü durabilmek, yere sağlam basabilmek, kendimizi ve başkalarını anlayabilmek, ne istediğimizi ve niçin istediğimizin farkında olabilmek ancak ve ancak duygularımızın farkında olmak, duygularımızı tanımak ve içinde bulunduğumuzu anı doğru değerlendirmekle mümkün olabilir.
Bir olaya karşı, geçmiş yaşantılarımız ve gelecekle ilgili beklentilerimizle yaklaşıp bu şekilde değerlendirirsek o zaman anın anlamını yitirtiriz. Şu anda, şimdi, bu olaya karşı ne hissediyorum diyebildiğimizde işte o zaman doğru anı ve gerçek duygularımızı yakalar ve doğru tepkiler verebiliriz.
İnsan ilişkileri, evlilikler, ebeveyn- çocuk ilişkileri, iş yaşantıları gibi hayatımızın tamamında anda kalabilmek, anı yaşabilmek, duygularımızı fark edip, nedenlerini ve olası sonuçlarını doğru analiz edebilmek ve duygusal tepkilerimizi kontrol edebilmek, bence mutlu olmanın ve mutlu etmenin önemli bir şifresidir.
Ne istediğini ve niçin istediğini bilen, duygularının farkında olup, duygularını doğru yöneten ve doğru ifade edebilen güçlü duruşuyla geleceğe emin adımlarla yürürken çevresine de ışık saçan çocukların ebeveynleri olabilmek dileğiyle…