1. Bölüm
Sevgili dostlar bu haftaki yazımın konusu MEŞYAD (Mersin Şairler ve Yazarlar Derneğinin) değerli üyesi şair Kemal Karslı. 29 Ekim 2018 yılında ebediyete intikal eden şair dostumuzun aramızdan ayrılışının dördüncü yılında onu doyumsuz şiirleriyle ve yüreklere dokunan sözleriyle anarken Meşyad ailesi olarak sevgiyle, saygıyla ve dostlukla sonsuzluğun kollarına bırakacağız.
Büyük şairleri anlatmak kadar yazmak da zordur. Her şairin kendine özgü bir anlatım biçimi ve yaşam şekli vardır. Demek ki ilham perisi dedikleri; aslında şairlerin hayata bakış açıları ve derin hayal güçleri olsa gerek. Her ne kadar yaşam tarzını bilmesek de, onları bize en güzel tanıtan anlamlı sözleri ve doyumsuz şiirlerinin yüreklerimizde kalan kısımlarıdır. Ben de güzel insan Kemal Karlı’yı yazarken ne kadar zorlanırsam zorlanayım; duygu danışmanım, yürek dostum dediği kişi olarak edebiyata, sanata ve sanatçıya olan aşkını birebir anlatımlarından yola çıkarak dilimin döndüğünce yazmaya çalışacağım.
Kemal Karslı 20 Eylül 1965 yılında öğretmen bir baba ve ev hanımı bir annenin çocuğu olarak Sivas’ta dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini burada tamamlayan şair, Anadolu’dan Kabataş Erkek Lisesini kazanarak İstanbul’a giden dört gençten biridir. Lise son sınıfa geldiğinde İngilizce dersinden kalınca bunu kendine yediremiyor ve en büyük hatam dediği eğitim hayatını bırakarak çalışma hayatına atılıyor. Sigortacılık, pazarlama ve maden ocaklarında şoförlük gibi çeşitli işlerde çalıştıktan sonra 1993 yılında Sivas Karayolları Bölge Müdürlüğünde sürücü operatörü olarak işe başlıyor. 2001 yılında Mersin’e yerleşen şair çalışma hayatına 2017 yılında son verirken, 29 Ekim 2018 yılında ebedi âleme çok erken bir yaşta veda ediyor.
Şairin edebiyata ve sanata olan tutkusu daha lise yıllarında başlamış. O dönemde okuduğu liseye her hafta bir yazar ya da şair gelir onlarla söyleşiler yaparlarmış. Bu söyleşiler sayesinde başlamış Ümit Yaşar Oğuzcan’a olan hayranlığı. “Üstadın dizelerine takılıp kalıyordum. Üstat sevgiyi ve acıyı o denli baskın anlatıyordu ki bir gün benzer duyguları yaşayacağımı hissediyordum” diyor anlatımlarında. Bunun da en güzel örneğini 2012 yılında çıkarmış olduğu “Hanım Ağa” adlı şiir kitabında görüyoruz. “Acıyla yazmak yerine acıyı yazmayı denedim” derken bile hayranlığı o kadar belli ki; aşkın acısını yaşarken acının gülümseten yüzüyle tanışıyor. Öyle sihirli sözler kullanıyor ki sevdasını sorgularken hasretini nakış nakış işliyor dizelerine. Her ne kadar şiirlerinin konusu aşk olsa da, sevdasını anlatırken yaşamın renklerini yeni baştan keşfediyor. “Düşündüğün gibi yaşamıyorsan özgür değilsin yaşamda” diyerek düşünce yapısını ve “hak etmeyen hiçbir insanın sevilmeyeceği gibi, hak etmeyen hiçbir yazı da yazılmamalı” diyerek yazmakla sevmenin aynı anlama geldiğini toplumun sorunlarına olan duyarlılığını açık ve net olarak görebiliyoruz.
Ben Kemal Karslı’yı 2006 yılında İstanbul’dan Mersin’e döndüğümde tanıdım. Aynı iş yerinde çalıştığımız için sohbet etme şansımız oluyordu. Bir de işin içine edebiyat, emek, iş gücü ve sendika temsilciliği girince, paylaşımlarımız daha bir coşkulu hale geliyordu. Hele hele şiir konusu açıldı mı gözümüz hiçbir şeyi görmezdi. O benim öğretmenimdi, ben de onun en iyi öğrencisi. İlk kitabını yazarken hemen hemen her yazdığı şiiri önce benimle paylaşır, sonra sesli okutturur ve nasıl bulduğum konusunda fikrimi alarak yorumlamamı isterdi. Her ne kadar kitabında ismim bulunmasa da hem editörüm hem de duygu danışmanım diyerek beni şımartır yazmam konusunda ısrar edip dururdu. Aslında ne şairim ne de yazar ama iyi bir okuyucu olduğumu biliyorum. Onun şiirlerini okuduğumda beni en çok etkileyen şey hayal dünyasının genişliği ve duygularındaki yoğunluktu. O yoğunluğu betimlemelerindeki keskinlikle birleştirince onun iç dünyasındaki acıyı yüreğimde hissediyordum ve içim ürperiyordu. Şiirlerine kattığı yorumlar imgelerle taçlanırken, toplumun sorunlarına ürettiği pratik çözümler karşısında şaşırıp kalıyordum. Kendi düşüncesi de “sanatçı kendi güllerini başkalarının dikeniyle kanatamadığı gibi kimsenin de bunu yapmasına izin vermez” cümlesindeki keskinlikte ve büyük üstatlardan farkı yok dedirtecek nitelikteydi. O kadar özgün imgeleri ve güçlü bir kalemi vardı ki ben ona büyük şairim demekten kendimi alamazdım. Ne de olsa Kabataş Lisesi gibi saygın bir okulda okumuş üstelik büyük üstatlardan ders almış birinden söz ediyoruz.
Evet, güzel dost sen Ümit Yaşar Oğuzcan’a hayrandın ben sana. Gerçek bir dost, özgün bir şairse karşındaki/ Gideceğini de bilir/ kalacağını da. O yüzden istesen de gidemezsin. Yalan da söyleyemezsin. Hadi söyledin diyelim. Seni kim inandıracak kendi yalanlarına. Evet dostlar, o sıralar ben de bir şeyler yazıyordum ama sadece aklıma gelenleri ve hissettiklerimi anlatmaya çalışıyordum. Bu süreçte şair dostum da benim yazdıklarımı okuyor, ne yazmak ve neyi anlatmak istediğimi sorguluyor, “doğru düşünüp duygularını doğru ifade etmediğin sürece, hiçbir şey yazamazsın “diyerek yazdıklarımı beğenmiyor bütün yazdıklarımı yırtıp atıyordu. Sonraları öğrendim ki; hem yazma konusundaki becerimi geliştireyim, hem de yaşantımdaki zaman dilimleri arasındaki kopmuşluğu gidereyim diye bilerek ve isteyerek yapıyormuş. Yani esas amacı kendimle yüzleşmemi sağlamakmış. Her defasında ben öyle yazmak istiyorum desem de kendisi bir konu belirler ve o konu hakkında yazmamı isterdi. Öncelik kendi sorunların mı yoksa toplumun sorunu mu dese de hayatla cebelleşen birinin yazma konusundaki becerisini gördükçe de büyük bir haz ve mutluluk duyardı. Bende o kadar çok korkuyordum ki yazarken farklı bir etki yapar düşüncesiyle başka kitapları bile okumuyordum. Şair dostumun bana sunduğu en büyük katkılardan biri; sorunlarıma nasıl sabırla çözüm ürettiysem duygularıma da o denli özen göstermem gerektiğini savunarak “gittiğini sandığımız mutlulukları ve de bittiğini sandığımız acıları sabahın sessizliğine terk edip güneşe yürüyelim” diyerek beni aydınlatmasıydı. “Neyi ne zaman yaşayacağımızı öğrendiğimizde/ Deniz bize kucak açacak/ Kumlar bedenimizi yakmayacak/ Dalgalar bedenimizi okşayıp geceler yeşile boyanacak” diyerek hem bedenimize, hem de yüreğimize nasıl davranmamız gerektiğini söyleyerek, duygularımın beni yönlendirmesine izin veriyordu. Sen sen ol yazdıklarını okuduğunda bunu ben mi yazdım ya da kendini ifade ederken bu ben miyim diyebiliyorsan duygularındaki kopmuşluğu ve yaşamdaki olgunluğu yakalamış ve bunu da göstermeye başlamışsındır diyerek teselli eder, tekrar tekrar yazmam konusunda beni yüreklendirirdi. Böylece zaman içerisinde bana hem yaşamı hem de yazdıklarımı cesurca sorgulama cesareti sağladı. Bir yazının yazı, yazdıklarının da kitap olarak okunmasını istiyorsan öncelikle ”duygusal düşünebilirsin ama asla duygusal yazmayacaksın” derdi. İlk başta her söylediği söz ve yaptığı davranış tuhaf gelse de; yaptıklarının karşılığını yazılarımda ve yaşamımda uygulamaya başlayınca onun ne demek istediğini daha iyi anladım. Zamanla yazmanın büyülü dünyasını tanıdıkça, okumakla yazmanın farklı şeyler olduğunu öğrendim. Böylelikle yaşamımda konuşurken anlatamadığım birçok şeyi yazarak anlatmanın daha kolay olduğunu öğrendim. Hem öğretmenlik hem de editörlük yaparak benim yazın hayatına atılmama vesile olan Kemal Karslıya ne kadar teşekkür etsem azdır. Yaşamla ilgili beklentilerimin azaldığı o dönemlerde, heyecanla yaptığım tek şey yazmak ve yazdığım satırları Kemal Karslıya okutmaktı. Onun yazdıklarımı okurken ve yorumlarken yaptığı katkılar asla ve asla ne unutulacak ne de es geçilecek nitelikteydi. Çünkü her işi severek ve yüreğinden gelerek yaptığı gibi beni sanatla tanıştıran ve başarıya ulaşmam için her daim yanımda olan güzel insanın ne kadar acımasız davranırsa davransın her sözü bir ders niteliğindeydi.
O yüzden dost insan, Kemal Karslı’yı birinci ağızdan yazmak hem zor hem de bir borç olarak gördüğüm için ağır bir sorumluluktur. Ben de şimdilik bu sorumluluğumu yerine getirmek adına dilimin döndüğünce kısa kısa da olsa onun hayata bakış açısıyla ve bana sunduğu özverili katkılarıyla anlatmaya çalışacağım.
En iyi arkadaş, idealist bir öğretmen, en iyi editör, büyük şair ve en önemlisi de güzel insan tabiî ki benim yürek dostum. Anlayacağın güzel dost yazdıkça çoğalıyor, çoğaldıkça da bir daha yazayım istiyorum dersem şaşırma ve hemen şu dizelerin geliyor aklıma ”Seni yazıyorum/ Yarım yamalak ellerimle. Yazdıkça seviyor/ Sevdikçe de yazıyorum… Yazarken/ Kelimeler yorulmuyor.” Anlayacağın sözün bittiği yerde ve ucu açık satırların kapanmadığı yerdeyim…
Devamı haftaya…