KÂİNATIN EN GÜZEL OKULLARI TÜM KAPILARINI AÇMIŞ ÇOCUKLARI BEKLİYOR
Doğanın insanoğlu da dâhil tüm canlıların yaşam alanı olduğunu biliyoruz. Canlıların tümü doğadan sadece ihtiyacı kadarını alırlar ve gereksiz yere doğayı tüketmezler. Yaşamlarında kendilerine verilen görevleri eksiksiz olarak ve layıkıyla yerine getirmeye çalışırlar. Tabi insanoğlunun gazabına uğramazlarsa… Peki, akıl ve vicdan bahşedilen insanoğlu ne yapıyor doğa için?
Eski çağlarda insanoğlu da tıpkı diğer canlılar gibi yaşamını sürdürebilmek için doğadan faydalanıyordu. Ancak aldığının yerine yenisini koyarak doğadaki kaynakların tükenme ihtimaline karşı kendince önlem alıyordu. Özellikle kendi geçmişimize doğru şöyle bir zaman yolculuğu yaptığımızda; doğanın tüm imkânlarını yaşam, beslenme, barınma, sağlık, eğitim alanında doğadan en iyi şekilde değerlendirdiğimizi görüyoruz. Düşününki yeşil yapraklı ağaç kırmak, kesmek günah olduğuna inanılan, bazı büyük ağaçların altından geçerken selam verilen bir geleneğe sahip, doğaya ve canlılara karşı son derece merhametli ve korumacı davranan ecdadın torunlarıyız. İlk hayvanlı takvimi kullanan, köpekler için korunma ve tedavi merkezi kuran, at ve yük taşıyan hayvanlar için aşırı yük yüklenmesini yasaklayan neslin devamıyız. Günümüzde yeni keşfedilmiş gibi uygulanan sesle bazı hastalıkların tedavi edilmesine Selçuklularda başlanmış, 1400’lü yıllarda Osmanlı Devletinde darüşşifa hastanesinde yine su ve müzik sesiyle özellikle ruhsal hastalıklar başta olmak üzere birçok hastalıklar tedavi ediliyordu. Tarihin en eski bilimcileri; Thales, İbni Sina başta olmak üzere birçoğu doğayı, çalışmalarında sıklıkla kullanmış ve eğitimin doğadan uzak olamayacağını belirtmişlerdir. Bununla beraber yakın tarihimizde Köy Enstitüleri, Atatürk Orman Çiftliği de yine doğayla içiçe bir eğitimle örtüşmesi anlamında atılan önemli adımlardır.
Bizler geçmiş tarihimize yolculuğumuzu sadece kitaplardan yaparken, İskandinavya, Batı Avrupa ülkeleri doğada eğitimi hızla geliştirip yaygınlaştırarak ülkenin gelecek nesillerini en iyi okullarda eğitiyor. Bizim ülkemizde ise doğanın okulunu, sınıflarını henüz yeni yeni keşfetmenin heyecanı var. Neyse ki keşfedildi ve hızla çoğalıyor. Çoğalmalıda zaten.
Çocuklar çocukluklarını en önemli işleriyle OYUN’LA geçirmeli ve bunu kâinatın en güzel sınıflarında yapmalı. Çocuklar daha 1. sınıftayken başlıyoruz evlatlarımızla beraber yarış pistinde çırpınmaya. Okuma -yazma -kurslar -sınavlar sınavlar… Çocuklar, ebeveynler, eğitimciler herkes aynı hengâmenin içinde çırpınırken çocukların ellerinden kayıp giden çocukluklarını geri getirmek ne yazık ki mümkün değil.
Ama bakın yukarıda bahsi geçen ülkelere; doğa ile iç içe eğitimi tüm eğitim programlarına yerleştirmişler ve çocukları yaparak, yaşayarak, oynayarak kainatın en güzel sınıflarında eğitiyorlar…
Peki, çok mu zor ülkemizde doğa temelli eğitim? Kesinlikle zor değil. Üç tarafı denizlerle kaplı, hemen hemen her bölgesi ağacın ve ormanın içinde olan bu cennet vatanın her şehrine bir doğa temelli okul kurulabilir. Eğitim müfredatına bu sistem entegre edilebilir. Herhangi sebeplerden bu mümkün olamıyorsa eğer her okula bir doğa atölyesi kurulsun. Her çocuk burada zaman geçirsin, eksin, biçsin, hayvan beslesin, üretsin…
Doğada büyümek, doğanın en güzel okulunda eğitim almak, oyunla büyümek her çocuğun en doğal hakkı ve elzem ihtiyacı…
Doğayla kucak kucağa bir nesli cennet vatanın bağrına gönderebilmek dileğiyle…