Parkta geziniyorum…
Bir baktım, telefon oyununda bakkal soyan bir çocuk…
Bir baktım, okulda acıkıp karnı sancıyan bir çocuk…
Bir baktım, daha 3 yaşında 30 çocuk, tarikat elinde…
Bir baktım, karnı davul bir adamdan her şey güllük gülistanlık…
+++
Ben hep bir ayakları çukurda olan, yaşlı başlı insanlarla uğraşıyor, onları yazıp çiziyormuşum! Oysa gelecek gençlermiş, onlarla uğraşmalıymışım. İşe derinden ve farklı açılardan bakmayınca böyle görülebilir, doğru. Aslında beni iyi izleyenler bilir ki, gençler daha bir baş tacım. Ama bu sanıldığı kadar kolay olmuyor. Çünkü bu çarpık, dinci, ırkçı, yozlaştırıcı eğitim sistemi gençlere el uzatmayı biraz cansızlaştırmakta, kendisiyle “saz çalmayı” daha bir öne çıkartmaktadır.
Bir ayağı çukurda olanlara gelince, benim burada yaptığım; gömütlüğe yaklaşanların, toprağın altına götüreceklerinden bir kısmını bu dünyada bıraktırmaktır. Hepsi bu.
+++
Bir çiçeğe renk ve koku katmayanlar, katamayanlar…
Bir çiçeğe bin bir çiçekten renk ve koku katanlar…
Bir çiçeğe yalnızca kendi renk ve kokusunu katanlar…
+++
Tarih 20 Eylül 2025…
Çınaraltı’nda yaşlıca birisiyle çay içiyorum:
“Emekli maaşı alıyor musun?”
“65’liğim ben.”
“Kaç lira alıyorsun?”
“Beş bin.”
“Yetiyor mu peki?”
“Yetiyor, çok şükür Allah’a!”
“Et alabiliyor musun peki?”
“Nerdeeee, 700 lira kilosu!”
+++
Ey yağmur!..
On yıldır içeride yatan birisinin dışarıyı iliklerine kadar özlediği gibi özlemişim seni!..
Sevgiyle, sağlıkla, bilinçle, saybanla…