Yaşarken farkına varamadığım, yazarken bakınca;
Hani kimilerine göre dram
Kimilerine göre öykü kimilerine göre de komedidir aşk.
Geçmişi zamanın kollarına bırakıp geleceğime giderken
Gözümdeki düşlerin ışıltısıyla
Acılarımı mutluluklara,
Yalnızlığımı dostluklara,
Korkularımı da güzelliklere dönüştürmekti en büyük hayalim…
Bu hayalimi gerçekleştirirken içimdeki çocuğa sarıldım. Her ne kadar yaşam acımasız yüzünü çocuk yüreğime erken gösterse de geleceğin düşlerin de kaybolmak istiyordum. İçimdeki çocuk bu uzun ve çetin geçen yolculuğuma eşlik ederken, bazı gün zamandan uzaklaşan bedenimin yorgunluğuyla bazı günde yalnızlıktan sağırlaşan kulaklarımın uğultusuyla, yıpranan zamana aldırmadan benimle birlikte yol almaktan gurur duydu. Bende o çocuğun ellerine sarılıp, gözünün içine bakarken onca yıl yaşadığım olumsuzlukları bir kenara bırakarak ruhumla ve bedenimle bütünleşmesine izin verdim.
İçimdeki o suskun çocuk görmeyenlerin inadına en ışıltılı gözleri gösterip, duymayanların inadına en güzel sözleri söyledi. Yüreğimle el ele verip yürürken, ıssız sokaklarda, arkadaş oldu, yoldaş oldu yetmedi sırdaş oldu.
O suskun ve yalnız çocuğa; seni azat ediyorum çık git ruhumdan çık git hayatımdan. Beni düşünme ben bir yolunu bulur çıkarım diyerek bırakmasını söylesem de o her defasında ya sen! Suskunluğa teslim olan, yalnızlığa mahkum olan sen! Ben de bırakırsam nasıl bulursun yolunu, hala büyümedin, daha küçücük bir yüreğin var. Kim ısıtır soğukta kalan ellerini, kim siler karanlıkta boğulan gözyaşlarını ve de kim sarar gök gürültüsünün altında saklanan bir çocuğunun korkularını diyerek, tıpkı bir anne gibi seslenip, sıcacık şefkatiyle sarıp sarmaladı ve bir baba gibi saçlarımı okşadı. Hadi çocuğum seninle konuşuyor seni zamana sobeliyorum. Hadi şuan en çok neyi yapmak istiyorsan onu yap, nasıl mutlu oluyorsan öyle yaşa diyordu.
Evet, beni mutlu edecek yolun ne olduğunu, nasıl davranacağımı bilemediğim içinde onunla inatlaşıyor, hislerimin kaybolduğunu düşünerek, ondan uzaklaşmaya çalışarak beni bana bırakmasını söylüyordum.
Evet, yalnız çocuk hislerin kaybolduysa neden direniyorsun yaşama…
Neden zevk almıyorsun yemekten, içmekten ve neden yorulmuyorsun uzun yolculuklara çıkmaktan? Hiç yorulmayacak mısın gidip, gelmekten ve hiç usanmayacak mısın yalnız yaşamaktan? Neden görmüyorsun yanı başında oturan insanları ve neden duymuyorsun yüreğinden gelen sesi?
Hadi çocuğum uyan ve kendine gel. Uyan artık sana bakan gözler daha bir güzel bakmalı. Seni duymayan kulaklar en güzel ninnileri söylemeli. Hadi bir şans daha ver kendine. Bugüne kadar yaşadıkların senin yaşadıkların değildi. Sen başkalarının yaşamından çalınan parçalarla birleştirilmiş bir senaryoyu oynamaya çalıştın. Şimdi uyanırsan kendin için yaşayacak, dağılan parçalarını bir bir toplayacaksın. Ve o parçalar birleştiğinde hazanları baharlara katıp, sararan yaprakların topraklara karışıp yeniden boy verecek, fidanlar yeniden yeşerip, en güzel paylaşımları seninle yapacak, diyerek teselli ediyordu.
Ve her defasında hadi lütfen uyan, uyan ki kaybolduğunu düşünenlerin inadına dikilsin en muhteşem yapılar. Hadi kırmayalım birbirimizi, başkalarının söylemleriyle ve de kırılmayalım küçük bir çocuğun sözleriyle. Çünkü hayat bir yudumda olsa bin yudum da olsa aynı tadı alabilmektir. O yüzden o tatlı bakışını ve güzel sözlerini esirgeme benden.
Gel birlik olalım bizim hikâyemizi yeni baştan yazalım, gel bu hikâyeyi en güzel şekilde taçlandıralım ki tadı damağımızda efsanesi çocukların dilinde kalsın.
Görmeyen gözlerimiz en ışıltılı gözleri görüp, güzel söz duymayan kulaklarımız hiç duymadığı kadar güzel ninnileri duysun. Duysun ki ardımızda bıraktıklarımız gözyaşlarına boğulmasın ve her kim olursa olsun hoşça kal demeden gitmesin gideceği yere. O yerler ki karanlığın en karasını çalar yüzümüze, O yerler ki en hırçın rüzgârlarını savurur gökyüzüne…
Hadi bebeğim uyan ve kendine gel… Hani taparcasına seni seven insan! Boş ver seni dinlemeden, anlamadan gidiyorsa; bir tek söz uğruna çekip gidebilen insansa sat gitsin anasını…
İşte senin yaşamının bir saatlik özeti koca bir ömrün özetiydi küçük bebeğim. Onun için uyuma lütfen bir daha uyan. Uyan ki yaşanmamışlıklar ruhunu satın almasın, önünde yaşayacağın güzellikleri görmezden gelmesin, uyan ki çocuk düşlerindeki yaşam gerçek olsun.
Hani seviyorum deyip her şeyini paylaşan, hani en zor anında avuçlarına doldurduğum sevgim ve sonsuz aşkın nerede… Hadi uyan bebeğim uyan. Sana senden başka değer veren hiç kimse olmayacak… Buna emin ol. Ol ki dağıtma kendini, ol ki yaşama dört elle sarıl… En azından ölüm bizi yakalayana dek rahat olursun gerisi teferruat ha bir eksik ha bir fazla yaşamışsın ne fark eder. Var mı arkamızdan ağlayacak biri? Yoksa niye hayatını bu kadar zora sokuyorsun… Nasıl olsa bu gidişle ömrün çok uzun sürmeyecek ait olduğun yere eninde sonunda gideceksin. Gideceksen bari umutlar serpilsin çocukların yüreğine ve cesur notalar kanatlansın gökyüzündeki uçurtmalarında, o zaman çek git buralardan…
İçimdeki çocuk artık yavaş yavaş örselenmiş duygularına ve yarım kalan yaşantısına teslim olurken benimle oynaşıp duruyordu. Ben ne kadar yazmayacağım desem de o benimle inatlaşmaya devam ediyor ve bana yeniden yazmayı, okumayı öğretiyordu. Zaman zaman benim gözlerim görmüyor kulaklarımda güzel söz işitmiyor dese de, hiç bıkıp usanmadan bana en güzel sözleri söyleyip görmeyenlerin duymayanların inadına, yaptığım her davranışın bizi hayata bağlayan yaşam parçacıkları olduğunu anlatıyor ve yaşama gülümsemeyi öğretiyordu. Şimdi o yalnız çocuk büyüdü ve avazı çağlayanlarda çınlarken dilediği kadar sesleniyordu sevdiklerine.
İçimizi acıtan yalnızlıkların iştahı kabarırken, hisleri kaybolmuş yalnız çocuk, inadına yaşamak ve inadına güzel sözler söyleyerek ardında bıraktıklarına bir de mesaj veriyordu.
Susma yalnız çocuk susma! Konuş! İçindeki çocuğun ellerine sarılıp yüreğinin sesini dinle… Çünkü onlar yakamozların ışığında tek başına yüzebilmeyi öğrendi.