1. Haberler
  2. Haber
  3. Yazarlar
  4. MUT’TA SİNEMA KÜLTÜRÜ

MUT’TA SİNEMA KÜLTÜRÜ

featured

Işıklar sönmeden…

Bir gün Mut’un merkezinde sessizce kapanmış bir sinema binasının önünden geçerken, afiş duvarında hâlâ solgun harflerle yazılı “Bu akşam iki Film birden: Yılmaz Güney – Kızılırmak Karakoyun, Cüneyt Arkın – Savulun Battal Gazi Geliyor” afişlerini görmek, bizi bir zaman tüneline sokar. 1960’lardan 1990’lara kadar uzanan o sinema yılları, yalnızca beyaz perdenin değil, aynı zamanda bir toplumun aynası gibiydi.
Özellikle Mut gibi küçük yerlerin yazlık ve kışlık sinemaları, televizyonun eve hapsolmuş tekdüzeliğinden önce, insanların bir araya geldiği en büyük sosyal alanlardı. Yazlık sinemalar, devasa dut ağaçlarının gölgesinde, sandalyelerin gıcırdadığı, yıldızların seyirciye karıştığı açık hava salonlarıydı. Kışlık sinemalar ise çekirdek külahları eşliğinde, kalın gocuklarla oturulan, perdeye yansıyan her yüzün Mut’ta yankı bulduğu sıcak mekânlardı.
Filmler, sadece izlenen hikâyeler değildi elbette; Mut halkını, ortak değerlerin oluşmasında birbirine bağlayan sosyal olaylardı. Yeni bir filmin geleceği, günler öncesinden duyurulurdu. Mahalle aralarında, teneke megafonlarıyla ya sırtlarında taşıyarak ya da at arabası üzerinde anons yapan afişçiler, “Dikkat dikkat! Bu akşam, iki Film birden! Yılmaz Güney – Nebahat Çehre, Eşkiya Celladı ve Cüneyt Arkın – Meral Orhonsay, En Büyük Yumruk!” diye bağırarak sinemanın nabzını tutarlardı. O anlarda bizler merakla onlara koşar, peşlerine takılırdık. Kadınlar Film gününü konuşur, erkekler kahvelerde pişti oynarken “bu kez vurdulu kırdılı mı yoksa aşk filmi mi?” diye gülüşürlerdi.
Gișe önlerinde uzanan kuyruklar, sadece bilet almak için bekleyen insanlar değil, aynı zamanda küçük Mut’un nabzını tutan birer sosyolojik vitrindi. Sinemaya gitmek, sadece Film izlemek değil; bir kimlik beyanı gibiydi. Genç âşıklar karanlıkta yan yana oturmanın, göz göze gelebilmenin heyecanını yaşarken, memurlar, esnaflar, çiftçiler, köyden gelen gençler aynı sandalye sıralarında ya da masa etrafında hayatı paylaşırlardı. Sinema adeta, sınıf farklarını perde karanlığında silen eşitleyici bir mekân gibiydi.
İçeride, makinistin ritmik uğultusu fon müziği gibiydi. Filmin ortasında makaralar değişirken salondan yükselen ıslıklar, alkışlar, hatta sabırsız homurdanmalar, toplumsal bir koro gibiydi. Aralarda dolaşan meşrubatçı çocuklar, “Soğuk, Buz Gibi Gazoz! Soğuk Elvan, Soğuk Meşrubat!” diye dolaşır; Film seyreden çocuklar ise ellerindeki kâğıt külahlardaki çekirdeklerini çıtlatırken filmin kahramanına özenirdi. O meşrubatçıların, çekirdekçilerin, temizlikçilerin, makinistlerin, sinema sahiplerinin hepsi bu büyük toplumsal sahnenin görünmez aktörleriydi.
Ve elbette bir başka sahne, madalyonun diğer yüzü dışarıda yaşanırdı: Duvar diplerinde, sinemanın arkasında, perdeyi tersinden izleyen çocuklar… Kimi zaman bir ağaca tırmanır, kimi zaman duvarın üstünden, o büyülü ışıkları bedelsiz ama tarifsiz bir heyecanla seyrederlerdi. Onlar için sinema, hem bir düş kapısıydı hem de hayatı anlamanın bir yoluydu.
1990’lara gelindiğinde, televizyonun ve video kasetlerinin evlere sızmasıyla bu kültür yavaş yavaş soldu. Sinema binaları ya yıkıldı ya da marketlere, depolara, otellere ya da AVM’lere dönüştü. Ancak o yıllara tanıklık edenlerin belleğinde hâlâ, “kiminki önce açılırsa o kaybeder” diye iddiaya girilen gazoz kapağının sesi, film arası kalabalığının uğultusu, teneke megafonun yankısı durur.
Bugünün gençleri için bu hikâyeler, belki nostaljik birer anıdan ibaret gibi görünebilir. Oysa Mut gibi küçük yerlerin sinemaları, toplumsal dayanışmanın, ortak duygunun ve birlikte gülüp ağlamanın okuluydu. Sinema, yalnızca perdede ışık oyunları değil; bir toplumun kalp atışlarıydı.
Sinema sadece sinema değildi, aynı zamanda bir sosyalleşme alanı, bir okul bir fabrikaydı. Sahibinden makinistine, büfecisinden sokakta afiş duyurusu yapanlara, meşrubat satan çocuklardan temizlik yapan çocuklara, biletli seyircilerinden biletsiz duvar üstünde ya da ağaçların üstünde Film seyredenlere kadar tüm gerçekliğiyle koca bir dünyaydı…
Sonuç olarak: O büyülü günlere tanıklık etmiş çocuklar olarak Film izleyebilmek için eve dönüşte dayak yemeyi göze alışımız boşa değilmiş…

MUT’TA SİNEMA KÜLTÜRÜ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.