Burada anlatılanların hiçbirisi kurgu değil, tümüyle yaşanmışlıklardır.
“Köyüm Kavaklı. Yıl 1963, Mut Ortaokuluna okumaya geldim. Ev tuttuk, tek bir oda, üç çocuğuz. Soba filan ne arasın o yıllarda. Odada ocak var. Ekmek köyden gelir, yufka ekmek. Yemeği kendimiz yaparız. Pazarları eşekle Mirahor’un oralardan odun getiririz. Ortası delik 2,5 kuruş vardı o yıllarda.
Bizim köyde okul geç açılmış. Onun için iri iriydik biz. Kızlar gülerdi bize.
Yoksulluğun gözü kör olsun, sınıfı geçtim ama ikinci yıl gidemedim okula.
Gün geldi ben baba oldum. Kızları okutmadım ama dört oğlanın dördünü de okuttum. Bir günde Mut’a 4 traktör ince kum çekerek. Yükleme kürekle tabi. Buna nasıl dayandım, aklım bir türlü almıyor, vallahi!..”
+++
Orta Anadolu’nun orta büyüklükteki bir ilçesinde oturuyor Yunus Bey. Maliyeden emekli, emekli olalı beri sabah yürüyüşleri yapıyor. Kışları kuşluk zamanı gitse de, yazları ala şafakta gidiyor. Erken kalkmaya alışık birisi zaten.
Oturduğu mahallede bir park var, parkın içinde de spor aygıtları. Parka kadar yürüyor, yaklaşık bir kilometre, iki tur da parkta atıyor, arkasından da bu aygıtlarda 15-20 dakika çalışıyor.
Evden çıkalı on dakika oldu ki, sabah ezanı okundu. Müslümanlık ezan sesi yarıştırması sanki, iki caminin ezan sesi son güçleriyle birbirine karıştı. Caminin birisi zaten parkın bitişiğinde. Çocuklar, hastalar, işten yeni gelip yenice uykuya dalanların vay haline!..
Bunları düşüne düşüne iki tur yapıp, spor aygıtlarının olduğu yere vardı. Her bir aygıtta elli çalışma yapıyordu. Bacak kaslarını geliştirici, açılıp kapanan bir aygıt vardı ki, uçlarındaki lastikler eskimiş düşmüş, epeydir de böyleydi zaten, lastikleri olmadığı için de her kapanışında çat çut diye gürültü çıkarıyordu. İçinden “25” demişti ki, karşı evin balkonundan bir ses:
“Yahu kardeşim biraz sessiz olamaz mısın, çat çut, çat çut, nedir bu yahu!? İnsan uyuyor burada!”
+++
Ailecek Konya’ya giderler. Yanlarında dört yaşlarındaki torunları da vardır. Dönerken Karaman’a doğru gelirken, bir petrol işletmesinin karşısında mola verirler. Yolun kenarında da bir bahçe vardır. Bahçede de elma, domates, salatalık gibi yiyecekler insanın ağzını sulandırmaktadır.
“Dedee, ben elma yemek istiyorum! Dedeee, ben domates, salatalık yemek istiyorum!”
“Kızım bu bahçe bizim değil, sahibi de yok, başkasının bahçesinden koparamayız. Eve varınca kendi bahçemizden yersin!”
Tam araca bineceklerinde, içinde elma, salatalık ve domates dolu bir poşetle bir kadın çıkagelir.
Meğer kendilerinin göremediği bahçenin sahibi kadın bunların konuşmalarını hep duymuş!
Şimdi yolu oralara düşerse Musa’nın, 5 kiloluk bir yeşil zeytin bidonu götürecek, o kadını bulup teslim edecek. Bu kesin!