Ülke gündemi yangın yeri gibi… Gün geçmiyor ki her gün bir acıyla ya da skandalla güne başlıyoruz. Muhalefet olduğu iddiası ile öne çıkan bir kanalda ünlü bir sabah haberi sunucusu ise trajikomik bir şekilde Bolu Kartalkaya yangınından ders çıkarmamız gerektiğinden bahsediyor. Türkiye ders çıkarma dönemini geride bırakalı çok oldu maalesef. Bu yangında hepimiz boğulduk. Nefes alamıyoruz. Önceki yazılarımda da dile getirmiştim. Denetim yok. Denetim olmayan kurum adı ne olursa olsun (okul, kooperatif, sivil toplum kuruluşu, hastane, otel, üretici, restoran, sanayici, müteahhit vs.) uzak durulmalıdır. Bir çürümüşlüğün ortasında yaşamaya çalışıyoruz: rüşvet, görevi suiistimal, yangınlar, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, hayvan istismarı. Aile yapısı da bu çürümüşlükten nasibini aldı. Toplumun en küçük yapı taşı da bozuldu. İlişkiler dürüst değil. Hile, aldatma, yalan, şiddet ve suistimal evlerimizin içine kadar girdi.
Standartlara uygun olmadığı gerekçesiyle dönen ihraç ürünlerimiz, vergiden kaçırmanın normalleştiği bir işletmecilik anlayışı, eğitim sistemindeki hezeyanlar, sağlık sistemindeki yozlaşmalar nefes almamıza izin vermiyor. Üstelik de bu kadar çok acı ve sorun var ama sorumlular yok. Ülke basınındaki çürümüşlük ve olayları ele alış şekli işin diğer bir tuhaf tarafını oluşturuyor. Üçüncü dünya savaşının konuşulduğu bugünlerde bana göre asıl savaş iyilikle kötülüğün savaşı. Kendimizi evimize kapatıp kendi hanemizde korunaklı yaşamaya çalışmak yani pasif iyilik bizi kurtarmayacaktır. Masumiyetimizi kaybettik. İyi olmak, çalışmak, dürüst olmak ya da masumiyet aptallıkla ya da saflıkla özdeşleştirildi günümüzde. Yapanın yanına kar kaldığı anlayışı bu çürümüşlüğü daha da köklendiriyor. Bu kuşağın çocuklarına verebileceği çok fazla bir şey kalmadı. İnsanın doğasına iyilik yakışır. Kötülük ise bozar. Dünya o kadar dibe vurdu ki büyük bir çöküş olmadan temizlenmeyecek maalesef. Yazımı geçen yıl yazdığım bir şiirle bitirmek istiyorum.
ZEYTİN AĞACI
Hiç kimse anlamadı ne ara hızla büyüdüğümüzü
Fabrikalar mı arttı insanlar mı üredi bilmem
Milli gelir derdi hepimizi gerdi
Her gün biraz daha zorlaşıyor işyerinden çıkıp eve gelmek ya da evden çıkıp bir yerlere gitmek
Gergin kalabalıkların tek derdi ise yine kendisi
Şehrin caddelerini saran kalabalıklar sokakları sağaltırken, bir o kadar da yalnızlaşıyor insan
En küçük uğraşlar büyük hedeflere bürünüyor bu yoğunlukta
Diğer taraftan bir komedi programında herkesin yüzü gülüyor keyifle
Bir otelin tek gecelik ilişkileri ile dolu arsız müşterileri gibi o tek gecelik ilişkilerini anlatıyorlar umarsızca
Tek kullanımlık sevdalar, tek kullanımlık bardaklar, tek kullanımlık hayatlar…
Her şey olabildiğince yüzeysel ve geçici buralarda
Tükettiğimizi sandığımız şeyler tüketiyor usulca
Şehrin bir kenarına iliştirilmiş insan parçacıkları ile dolu her yer
Evlerin içi farklı mı sanıyorsun?
Herkes kendi köşesinde kendi dünyasında
Zamanla yarışıyor insanlar zamanı yeneceğini sanarak
Tek derdi yaşamak, ama nasıl yaşamak!
Herkes bezelye taneleri gibi bir o kadar da aynı
Bir zeytin ağacı olsam keşke
Koşmadan yorulmadan
Dursam köklensem
Derinleşsem alabildiğine
Sessiz sakin bir o kadar da dingin
Arada esen rüzgârlar içimi gıdıklasa
Yeşillensem dört mevsim oniki ay…