Yayladayım…
Mut Çıtlık okurları bilir; “Çocuk” ve “Genç Kalemler” sayfası var Mut Çıtlık’ın.
Bir genç var yaylada, acık alan bir işyerinde çalışıyor. Bir gün dedim ki kendisine:
“Okuyor musun?”
“Liseyi bitirdim bu yıl.”
“Peki Mut Çıtlık dergisini tanıyor musun?”
“Tanıyorum.”
“Dergiye bir yazı yazmanı istiyorum öyleyse. Yazar mısın?”
“Yazarım. Konu ne olacak?”
“Özgürsün, istediğin konuda yazabilirsin; bir anını, öğrenci sorunlarını, doğayı, arkadaşlığı…”
Bir de dergi verdim kendisine. Eve götürüp okuması, başkaları nasıl yazıyor görmesi için.
“Bir hafta süre sana.”
“Tamam.”
Bir hafta doldu:
“Ne yaptın?”
“Bitti sayılır, yarın getiririm.”
Bir ara iş sahibi dedi ki, “Senin dergiyi her gün biraz biraz okuyorum.”
Başladı bende bir kuşku.
Bir gün sonra gence bir daha sordum:
“Hazır, az sonra getireyim.”
Bekliyorum bekliyorum, bir türlü getirmiyor. Az uzakta, “N’oldu?” diye bir işaret yaptım. İşyerinde başka çalışanlar da var. Birisi dergiyi getirip uzattı. ‘Yazı içinde’ diye düşündüm. Ama yok. Yanına vardım yeniden:
“Hani yazı yok.”
“Yazı evde, yarın getireceğim.”
Ne yarınlar geçti, daha getirecek!
+++
Bir öğrenci daha var, evleri de bize yakın. Eve dönerken onu gördüm evlerinin önünde. Geçen yıllarda dergiye bir yazı yazmıştı. Ben de okula dergiyi göndermiş, müdürü de telefonla arayıp, “Bu öğrenciyi onurlandıralım Müdürüm, dergisini tüm öğrencilerin karşısında verelim ve de alkışlatalım” demiştim. Umarım öyle yapmıştır. Dedim ki öğrenciye:
“Bir yazı daha istiyorum senden.”
Yüzündeki mutluluğu bir görecektiniz, havaya uçtu.
“Tamam, yazarım.”
“Bu dergiyi de sana veriyorum.”
İkinci bir uçuş! Ve üç dört kez:
“Çok teşekkür ederim!”
İkisi de çarpık sistemin/çarpık eğitim sisteminin içinde. Sanırım öz ve öğretmen ayrıcalığı. Çünkü ikincinin Türkçe defterini gördüm.