Yaşar Nabi’nin EDEBİYAT DÜNYASI’ndan üç makale okudum. Gözlerime bir ağırlık çöktü. Olduğum yerde uyuyakalmışım. Bir köpek havlaması ile uyandım. Evin önündeki tavların gözenekleri açılmış, ormana meşe dalı kesmeye gittim. Kavak yolu; dolana dolana gidiyor yukarı doğru. Yarı yoldan, yarı patika yoldan yukarı kayalıkları aştık. Cılbayır Kaşı’na varınca içine bir ferahlık geliyor. Aşağıda Gökbelen deresi ve Göksu vadisi. Başını kaldırıyorsun, Mut’un dağları görülüyor. Mağaras, Kurbağa Dağı, isimsiz bir çok Toros dağları uzantıları yer alıyor. Dişbudak ağacı dibinde yoncalar gür ve alımlı. Daha keçiler buradan geçmemiş. Birkaç dal kesip, aşağılara doğru hızla kayarcasına iniyorum. Tavların açık yerlerine kaba pelit dallarını yerleştiriyorum.
Bu gün yayla pazarı. Yaylanın dört bir yanından köylüler geliyorlar. Zeyne, Senir, Nuru, Kürt (Pelitpınarı ), Kayrak, Dedeler, Uşak pınarı, Işıklı, Yokuş başı, Geçirim, Çaltı, Bokluca, Cılbayır, Oğlan Sini (İmambekirli), Kavak ( Cılbayır kavağ ) vb. yerlerden eşeğine, katırına heybesini asan, sepetlere doldurduğu patlıcan, biberini domatesini, salatalık, acur, karpuz, kelek, fasulyesini pazara satmak üzere koştura koştura getiriyorlar. Pazar yerinden iyi yer kapacaklar. Ürünlerini indiren eşeğini, katırını hana, garaja bağlamaya gidiyorlar. Sonra getirdiği bezlerin üstüne ürünlerini tek tek diziyorlar. Üzümler takara cinsinden, ağızda yerken pat pat sesler çıkarıyor.
“150 kuruş, 100 kuruş , hadi gelin. Batakçının malları bunlar.”
Patates, elma, domates , dere fasulyesi, Zeyne biberi, patlıcanı her bir çınar ağacının dibinde satılıyor.
Çuvallarda mercimek, nohut var. Tası 2,5 lira. Az ilerde peynir 22 liraya satılıyor. Arada yaylacılar geziniyor. Alış veriş yapıyorlar. Filesini dolduran evinin yolunu tutuyor. Saat 13’e doğru Cuma selası okunuyor; kimisi komşusuna, kimisi çocuğuna sergisini bırakıp camiye gidiyorlar.
Ürün satışını bitiren, namazdan gelenler kasaplara doğru yöneliyor. Keçi etleri ateşin üstünde kızarmaya başlamış. Yanına soğan, biber, domates alan oturuyor. Bir yandan yeniyor, bir yandan da yenileri kesiliyor, parçalar tahta üstünde dövülerek eziliyor, sonrada ızgaraya yerleştiriliyor.
Bu pazar her hafta Cuma günleri kurulmaya devam ediyor. Eylül ortalarına kadar sürer. Bir köyde olan, diğerinde olmaz. Domates satar, mercimek alır. Fasulye satar, üzüm, nohut alır.
İkindi giderken basmacıya, bakkala uğrar. Çay, şeker, tuz alır.
Berbere gider, semerciye, demirciye gider. Kimisi de eli boşalınca kahveye gider, iki el pinaki oynar, domino oynarlar . Özellikle Işıklı- Akdere’den gelenler gazinoya giderler. İki el kılıç çekerler. Onlara kasaptan pişmiş et ya da fırında güveç ikram edilir. Genellikle Cılbayır köylüleri işletir. Köyde ekip biçecek yerleri olmadığından kahvecilik işleri onlara ait olur.
Akşam olurken meydan boşalır. Köyün meydancısı önce sular, sonra süpürür. Diğer günler meydan yaylacılara kalır. Manavlar, bakkallar, hem pazarcılara, hem yaylacılara hizmet ederler. Hem köyden gelen üreticilerden, hem yaylacılardan para kazanırlar.
Yaylacılar Taşucu, Silifke merkez ve köylerinden gelirler. Kışın, baharın çalılışıp yazın dinlenmeye gelen üreticiler, akşamları günü birlik gelen esnafa, ama en önemlisi emekli memurlar, öğretmenler. Üç ay boyunca serin yaylada kalırlar.
Yaylada devam eden yaşam içinde Mustul Usta (topal Mustul ) var. Yemeni dikiyor. Halk oyunları gruplarına kırmızı edik, yemeni dikiyor. Bir de derinin tersinden yapılan beyaz yemeniler var. Onları köylerden gelen üreticiler çobanlar alıyor. Birkaç tane de körüklü çizme yapılmış. Atı olan birkaç kişi her yıl sipariş veriyorlar. Yemeniler 75 lira, çizmeler 150-200 lira arasında, körüklü çizmeler ise 250 lira.
Yedi kahve kurulmuş. Bir ikisi memurların, diğerleri meydan kenarına dağılmış durumda. Bir tane de kulüp olarak düzenlenmiş kahve var. Oranın müşterileri daha değişik. Burada yemek, paralı oyunlar var. Diğer kahvelerde; çay, kahve, oralet, gazoz var. Birkaç masada kağıt oyunları, tavla, domino taşları var. Birinde ise nargile keyfi yapanlar var. Genellikle yaşlılar bu kahveyi seçiyorlar.
Dört berber dükkanı var. Genellikle üç gün müşterileri yoğun oluyor. Cuma gün pazara gelen köylüler, Cumartesi, Pazar günleri ise yaylacılar geliyorlar. Diğer günlerde esnaflar kendi aralarında pinaki, tavla oynayarak zaman geçiriyorlar.
Birkaç terzi var. Tüccar terzilerde kumaşlar da yer alıyor. Kumaşı beğeniyorlar, ölçüler alınıyor. Sonra birkaç prova yapılıyor. Sonra üzerine giyiliyor. Birlikte çay, kahve içip ayrılıyorlar. Üç adet kumaş satan dükkan var. Genellikle bu dükkanlarda çeyizlik malzemeler de yer alıyor. Bazı terziler, bu dükkanlardan alınan kumaşları da dikiyorlar.
Üç tane semerci var. Eşek, katırlara semer yapıyorlar. Bazen de onları tamir ediyorlar. Eşek ve katırlara yular, semer bağları da yapıyorlar.
Arka taraflarda ise kalaycılar var. Bakır kaplar geliyor, onları kalaylıyorlar. Bazıları da yeni bakır kap alıp, kalaylatıp gidiyorlar. Dükkanların bir ucunda ise; alüminyum , çinkodan yapılmış mutfak eşyaları da satıyorlar.
İki tane fırın var. Günde 1000-1500 ekmek satıyorlar. Esmer ekmek, beyaz ekmek ve tava ekmek yapıyorlar.
Gökbelen girişinde kızıl alanda top oynanan bir yer var. Kenarlarında tavlardan, üzeri çullarla örtülmüş demirci dükkanları vardı. Demirci Bayram usta, Durhasan usta ve aklıma gelmeyen bir çok demirci sıra sıra yer alıyordu. Bir kısmı yolun sağında solunda, evinin yanında körüklerini kurmuşlar, akşamlara kadar çalışırlardı. Köylerden gelenler sabanlarını, kazma, küreklerini, baltalarını, oraklarını, bıçaklarını yaptırırlar, eski aletlerini getirip yületirlerdi.
Altı adet kasap dükkanı var. Sabah erken kalkıp, keçi, koyunları kesip, temizleyip, küçülterek askıya asıyorlar. Sabah evinden erken kalkıp pirzola yiyenler, evlerine yemeklik çiğ et alanlar. Öğleye doğru tava hazırlama başlar. Fırınlardan tavalar ya da güveç tenceresi alınır. Etler konur, manavdan soğan, domates, patates alınır, doğranıp fırına götürülür. Fırıncı onları pişirir, pişirme parası almaz.
“Ekmek alandan bir de fırında pişirme parası alınır mı” diyorlar. Ekmeğini ve tavasını alır evine götürürler.
Gün ikindi olduğunda, yayla üzerine gölgeler düşmeye başlar. İşte o zaman kadınlar, kızlar yol boyuna gezmeye çıkarlar. Yorulanlar kaya başlarında mola verip, aşağıları seyrederler. Akşam yürüyüşleri Gökbelen kaşında son bulur.
Kimileri dere boyuna geziye çıkarlar. Ali İhsan Yıldız, Değirmenci Veli, Köşklü Değirmen sıra sıra dizilmiş, önlerinde sıra sıra nöbetçiler var. Ağaç diplerine eşekler katırlar bağlanmış, torbasından kütür kütür yem yiyorlar. Değirmende unu öğütülenler yola çıkmış. Taze un kokusu etrafa yayılıyor. Dere boyunca, çağıl çağıl akan suların içinde büyüyen yarpuzlar, acı yavşanlar kokuyor. Kimleri böğürtlen yiyip, dereden akan suların şırıltısını dinlerler. Çınar kavaklar, selviler estikçe sesler çıkarır. Gün ikindi vakti kayaların gölgesi aşağılara iner. Aşağıdan Göksu vadisinden bir esinti gelir. Yüzlere çarpar. O tadı alırken kulaklara, oradan oraya uçan kuşların sesi karışır. Sesler kayalıklara, inlere çarpıp, bir senfoni oluşturur. Karşıdan Ayhan Uçar’ın, Işıklı Veli’nin uzun havası dillenir. Şarkı, türküler yankılanır kulaklara gelir. Bir yayla günlüğü ortaya çıkar.
12 Temmuz 1974 – Gökbelen / Silifke.
4.7.2007 Sesimiz Gazetesi.
NOT: Günümüzde kalan değirmenlere ait fotoğraflar için dostum Metin Kömbe’ye teşekkür ediyorum.