Nuray’la birinci sınıftan beri hem okulda hem yurtta beraberdik. Amasya’lı idi. Yaşından daha küçük gösteren, sarışın, gözlüklü, güzel ve hayli sempatik bir kızdı. Çok çalışkandı. Altı ay sonrası için verilen ödevleri hemen o gün tamamlar, aynı gün bütün dersleri de tekrarlardı. Derslerle ilgili en ufak bir şeyi gözden kaçırmazdı. Ailesi dahil kimse için programını bozmazdı.
Daha birinci sınıfın ilk haftasında
“Ben bu fakülte’de Profesör olacağım.” demişti. Hedefi ta o zamandan belliydi.
Kararlıydı. Yalnız derslerle değil, hayatla da çok ilgiliydi.
Bir gün gördüğü bir rüya üzerine; yürüyerek Dışkapı’dan Ulus’a kadar gidip, kumaşçıdan rüyadakine benzer bir kumaş almış, balon etek dikip giymişti.
Becerikliydi.
Dolabında küçücük aliminyum bir tabağı vardı. İspirtolu pamuğun üstünde yumurta pişirir yerdi.
Yürümeyi severdi. Bir keresinde birlikte Keçiören son duraktaki huzurevine yürüyerek gidip, dönmüştük.
Hemen her şeyle az çok ilgili, nevi şahsına münhasır bir arkadaşımızdı.
Üçüncü sınıfta iken bir gün bölüm başkanımız beni çağırdı. Beni asistan olarak almayı düşündüklerini söyledi.
Aklımda böyle bir düşünce olmadığı için şaşırdım biraz. “Hocam bu işi çok isteyen arkadaşlarım var.” dedim.
“Kim?” diye sordu. “Nuray var. Adnan da zeki çocuktur.” dedim.
Hoca: “Sen de kendine güvenmelisin. Biz sende o ışığı görüyoruz.” diyerek sözünü tamamladı.
Bana göre; çok çalıştığı ve istediği için; Nuray, hoca olmayı hakediyordu.
Bu olayı yıllarca öğrencilerime anlattım. Hakka riayet ederseniz, samimi olarak başkasını kendinize tercih ederseniz, sanılanın aksine önünüz çok daha açık olur. Fırsatçılık yapıp, her yerde kendinizi öne alırsanız, kapılarınız yeterince hızlı açılmayabilir.
Sonunda neredeyse hepimiz asistan olduk. On kişilik sınıftan altı kişi şu anda değişik üniversitelerde öğretim üyesi.
İlk ataması yapılan da bendim. Konya yarı memleketim sayılırdı. Dayalı döşeli evim hazırdı.
Benden sonra dört arkadaşım birden Tekirdağ’a atandılar. Nuray, Adnan, Nihal ve Mehmet. Azîz zaten yüksek lisans için Amerika’ya gitmişti. Diğer arkadaşlarımız da sonrasında muhtelif kurumlara yerleştiler.
Rekabet ortamını pek sevmediğimden yüksek lisans sınavına başvururken çalışma alanı olarak entomolojiyi seçmiştim.
Diğer arkadaşlarım fitopatolojiye başvuru yapmışlardı.
Nuray’ın mezuniyetimde büyük payı vardır. Şöyle ki; ben dersleri günü gününe pek çalışamayan, son güne bırakan biriydim. Yalnız çalışmayı sevmiyordum. Ama çok iyi soru tahmin edebiliyordum.
Nuray bu özelliğimi farkedince son gün tekrarlarını birlikte yapalım dedi. O notları çoktan sindirmiş oluyordu. Bense başlarda… Kurtarıcımdı adeta.
Koca yurtta her yer insan dolu. Sesli çalışacak bir yer arıyoruz. Soğuk ve nemli, yerlerin suyla kaplı olduğu ütü odasından başka bir yer bulamıyoruz.
O nem içinde sabaha dek çalışıyoruz. Ben sordum o cevapladı. Bu benim için ders, onun için güzel bir tekrardı. İki yıl boyunca buna devam ettik. Sınavlarda aşağı yukarı benzer puanlar aldık.
Sonuçta Nuray bölüm birincisi, ben de bölüm üçüncüsü oldum. Adnan da bölüm ikincisiydi.
Tamamlamak ve tamamlanmak gerçekten güzeldi. Herkes mutluydu…
Şimdi Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümünde Profesör olan arkadaşım evlidir ve bir oğlu vardır.
Bir ortak proje dolayısıyla, geçmişte sadece bir kere ziyaret edebildiğim arkadaşlarım çok sık görüşemesek de benim hep aklımdalar. En az dört yıl süren bir beraberlik elbette insanda pek çok anı biriktiriyor.
Derslerin ağırlığını karşılıklı yardımlaşma ve hoşgörü ile hafifletmiştik. Tabi kıymetli hocalarımızın bize sevgiyle yaklaşarak, her açıdan gelişmemiz için gösterdikleri çaba, her türlü takdirin üstündeydi.
Nazım Hikmet’in aşağıdaki dizeleri tüm dostlara gitsin:
Dostluk
Biz haber etmeden haberimizi alırsın
Yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin
Gözümüzün dilinden anlar,
elimizin sırrını bilirsin
Namuslu bir kitap gibi güler,
alnımızın terini silersin
O gider, bu gider, su gider,
Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın
Selamlarımızla…