Kanyoncularda dağcılarda çare tükenmez. Doğu ve Batı Kestel’i geçen on kanyoncudan ikisinde Kurtaran Serdar ve İnce Bukay’da da çare tükenmez. Çığlığımız var, ıslığımız var.
Bir süre de çığlık attı Serdar ara ara da ıslık çaldı. Burdayızzzz! Heeeyyyyyyy! gibi.
Bana sorarsan bunlara hiç gerek yok. Yapmıyorum da zaten. Birkaç defa ıslık çaldım. Islık çalma yeteneğim duruyor mu bakayım diye. Bağırma yeteneğimden eminim. Her gittiğim yerin, uygun olan her yerinde, “Hektorrrr” şeklindeki ünlü çığlığımı atıyorum.
Bu arada saat on bir olmuştu. Hava açık ama yavaştan kurtarıcılardan umudumuz kesilmeye başlamıştı. Işık oyunları da hala kanyonun derinliklerindeydi. O arada püfür püfür esen kayanın üzerine uzanmıştık. Ben çantamın üzerine, Serdar benim çantadan çektiği matın üzerine. Kanyon ve çıkışın yorgunluğunun üzerine bağırıp çağırmanın yorgunluğunu da eklemişti. Birazdan uyuyacağı kesin. Kanyon içinde de böyle. Kontrolsüz enerjisini kontrolsüz harcar, yorulur, oturuversek hemen sigarasını yakar, oturur ve uyur.
Böyle bir yaman kanyoncu.
“Haydi uyuyalım. Kurtarıcılar geldiğinde karşımızda olacaklar ve mutlaka ışıklarını yakacaklar. Şu kafa lambasını da yakıp durma da pili bitmesin” dediğimde belli bellisiz uyukladığını fark ettim. Sonra laf döndü “Bizim soyumuz İskender’e kadar gider abi” dedi. Serdar’dan böyle bir soy kütüğü bilgisi beklemiyordum doğrusu. “Aşil’in soyundanım ben de” dedim. Sonra ekledim; “Aynı soydanız.” “Nasıl abi” dedi. Bu arada Serdar yaşça benden oldukça küçük. Kanyonun en delikanlısı hatta. “İskender’in annesi Olimpia Aşil’in soyundan. Aşil de bizim ön Türkler’den. Sustu. Kabullendi kabullenmedi bilmiyorum. Sanırım diyecek bir şey bulamadı. Benim bu konularla ilgili olduğumu biliyor. Kanyon içinde de “Hektorrrr” diye çığlık atıyorum ben. Onlar da “Aşilllll…” falan diyorlar arada.
Derken uyumuşuz. Öncesinde Serdar’ı uyarmış “Kayanın ucundan biraz beri gel. Yüreğin fark etmeden tutar, düşer müşersin” demiştim. Soyun İskender’e inmesi konuşmaları da buradan sonra olmuştu.
Uyandığımda saat on iki olmuştu. Havanın serin olması uykumu aldırmış, dinlendirmiş. Kayaya çıkmayıp yürümeye devam etsem çoktan Yıldız Köyü’ndeydim. Geri bile dönmüştüm. Yiyecek, su ve araçla. Etraf aydınlık. Yürümeye uygun. Yukarımdan bir ses geliyor. Sanki su şırlaması gibi. Biraz dinledim. “Serdar” diye seslenip kafa lambasını istedim. Kalktım baktım. Değilmiş.
Bu arada Serdar da uyandı iyice.
“Kurtarıcıların geleceği yok. Sanırım vazgeçtiler. Ben gideyim yardım alıp geleyim. Birkaç saat içinde dönerim” dedim. Biraz durup cevapladı. “Çantanı götürme abi.” dedi. Bir an durakladım. Bunu hiç düşünmemiştim. Çantamla giderdim sanırsam. “Bizde eşeğe semeri yük olmaz derler gülüm” dedim.
Bu geçişin sıkıntılı olan bir yanı da bu çanta konusuydu. Benim ve Erdal’ın çantalar 120 litreydi. Geçen yıl ki ilk Batı Kestel geçiş girişimimizde bizzat Serdar’ın yaptırdığı kanyon çantaları hatalı çıkmış, kanyona girmek için girişe gelip kıyafetleri kuşanıp çantaları sırtımıza atınca çanta sırt kayışları birer birer kopmuştu. Ben de o çantalardan biri ile girecektim. O tarihte iki kanyon çantam var ama atmışlık. Bir, iki günlük kanyonlara uygun. Doğu’yu geçerken de Yılmaz’gilin getirdiği arızalı bir çantayı kullanmıştım. Gene sırt kayışı kopuktu. Bağlayarak sabitlemiş, kanyon içinde diğer kayış da kopmuş onu da bağlamıştım. Bir süre sonra da çantayı sırtıma tersten almak durumunda kalmıştım. Güya çantaları yaptırıp yeniden girecektik ama oda olmamış ben de 120 litre yeni bir çanta almıştım. Üç bin beş yüz lira civarı bir paraya. Alırken Erdal’la yazışmıştık. İlgili sitedeki üç çantanın biri Erdal’ın biri de benim olmuştu. Diğer üç kişinin çantası yüz litre bile değil. Birisi, sanırım atmış litre. Hacimlerine göre eşya alıyorlar tabi. Başta eşit bir yük dağıtımı yapılıyorsa da ilerleyen süreçte güçten düşmeler başlayınca yük dağılımı da eşitsiz olmaya başlıyor. Güçlüysen, çantan da büyükse senin çanta en ağır çanta oluyor bir yerden sonra. Benim durumda tam olarak bu. Diğer büyük çanta Erdal’ın yükü hepimizde. Üstelik de sol dizimde bir sıkıntı hissediyorum. Hekime gösterdim. Bir şey yok, dedi; ama özellikle koşularda on beş kilometreyi tamamladığımda bir sıkıntı hissediyorum. Kanyon içinde çantaları daha çok suya taşıttığımız için pek sorun etmemiştim ama bugünkü çıkışta tam anlamıyla hissettim. Sol dizim. Sol dizimde bir hassaslık var.
“Çantamla gideceğim ama içindeki boltları ve ipi çıkaracağım. Olmadı döner alırız. Daha olmadı burada kalsın. Dizimi bunlar için feda edemem” dedim. Hiç sesi çıkmadı Serdar’ın. Çok iyi biliyor bu kadar eşitsiz bir yük dağılımı olduğunu. Bu arada ben de kendime kızdım. Bunları daha aşağıda niye çıkarmadım da dizimi zorladım diye. Burada şunu da söylemeliyim. Benden sonra en ağır çanta Serdar’ın. 25 Temmuz 2024
Devam edecek.