Not: Bu yazı dizisi 5 bölüm sürecektir.
Hiç usumdan geçmezdi Ren nehrini iki kez göreceğim. Hele hele ilkinde Ren’e 0 m bir evde, şimdi de 150 m bir evde kalıp, büyük Ren coşkusunu sürdüreceğim, hiç!
Yine bir rastlantı ki, önceki evin/evlerin altı 2000 araçlık otoparktı, bu evin altı da otopark!
Bizim Göksu’yu şöyle gözlerinizin önünde bir canlandırın; işte Ren yaklaşık onun 30 katı, dolaysıyla Avrupa’nın büyük bir su yolu. Beni asıl coşturansa yoğun trafiği; boy boy yük ve yolcu gemileri, sanki kentlerarası karayolu, o kadar işlek. Avrupa’nın Tuna’dan sonraki en uzun nehri; 1230 Km, daha çok da İsviçre ve Avusturalya’dan doğup Hollanda’da denize dökülüyor.
Ren’in yer yer iki yakası da büyük ağaçlarla dolu, kimi yerlerse tümüyle ormanlık, yürüyüş yolu. Kimse dokunmamış ormana, ağaca. Ve yine kentin içi bile dönümlerce yeşillikle, tarım yapılan alanlarla kaplı.
Ren dedim de, her yürüyüşümde onunla biraz daha senli benliolmak, gözgöze gelip kanımızı kanımıza katmak, coşkularımızı costurmak istiyorum. Her gün böyle. Peki nasıl mı? Kuşlarla, Mut’un dağlarıyla, anıt çınarlarıyla, Göksu’suyla konuşulur da Ren’le niye konuşulmasın? Ruhumu kaptırıp, kendimden geçeceğim ille de. Kim olursa aynı olur onun karşısında, inanın öyle. Yeter ki doğanın dili birazcık bilinsin.
Yarı yarıya ellerimi uzatıyorum içine, bir elim İsviçre, Avusturalya dağlarında bir elim Hollanda topraklarında. Dedim ki duyacağı kadar:
“Ben bir insanım, sen de benim kadar dertli misin?” Dedi ki:
“Bir yanım çağıl çağıl çağlardan öte, bir yanım durmadan doğan bebek, giderek susuzluğumdan korkuyorum.”
Bir sözle söyleşme biter mi? Bitti işte.
İki gemi geçiyor o anda; birisi nehrin geldiği yöne, birisi gittiği, yarımı birisine bindirdim yarımı birisine, vardım gittim.
Mut’tan geleceğimde bir yazı yazmış, kimi arkadaşımın (benim şakalarıma uyarak) “Mut’a yağmur Nihat Hoca yüzünden yağmıyor” dediğini söylemiştim. Oysa ben geleceğim gün bile yağmur yağmıştı. Sonra buraya gelince öğrendim ki biraz daha yağmış. İşin ilginci, buraya geleli altı gün oldu, üçünde kesintisiz yağmur yağdı. Ve şimdi de korkum o ki, ya yarın Almanya benim bu ince sırrımı öğrenir de, “Nihat Hoca buraya geleli yağmur temelli azdı” diyerek beni bir iki gün içinde geriye postalarsa!..
Bir de şu adım başı parklar; insanı, çocuğu ve yaşlıyı önemsemektir bunun adı. Burası baştan başa büyük bir park zaten.
Dedim ya altı gün oldu geleli. Üç günün dışında (onlarda da tüm gün yağmur yağdı) her gün dışarı çıktım; gezdim, yürüyüş yaptım. Yolda sokakta bir tane bile polis ve polis aracı görmedim, cankurtaran (ambulans) dışında korna sesi duymadım. Bu üç gün içinde de (dışarı cümle güzel) yağmur tutsağı olup çıktım; bir tutam aynı şeyi pencereden, yeniden yeniden, yeniden de yeniden izledim durdum.
Bir de, yağmur bol ya, çok evde çamaşır kurutma makinası var. Bu da bir gürültü yığını arkadaş, kimisine böyle, banaysa biraz müzik.
Arya’nın (torunumuz) okulu (kreşi aslında) yürüyerek on dakika uzaklıkta. Yeşillikler içinde bir yer, çevresi tüm yürüyüş yolu. Üç yaşında bir çocuk, iki ülke ve iki dil arasında bocalamaz mı ilk başta?
Burası paralı ama bundan sonraki bütün okullar parasızmış burada, öyle diyorlar. Hele hele hiç kimsede eğitimin dinsellesmesi kaygısı yok, bunları çoktan aşıp bilimsel, laik eğitime sarılmışlar.
Gelecek salıya…